19 Şubat 2012 Pazar

Kazanmak


Aslında sene sonu gelip de, yeni bir yıla giriş yapılacağı zaman, yeni planlar da akıllardan geçmeye başlar. Çok büyük hedefler koymasa da insan kendisine, geçen yıla dayanan olumsuzlukların hesabını kendi eylemlerine kesiyorsa mesela, en azından kendinden başlamak ister yeniliğe.  Kendi bakış açısından başlamak ister. O çok bilindik hatalarını(!) yapmak istemez hani. Bunun sözlerini verir kendine. “Bir daha…” ile başlayan bir sürü cümlenin kaydını tutar elindeki deftere. Daha sonra bunların üzerine eklenir her şey. Hayatın getirdiklerine selam, götürdüklerine de elveda diyecek kadar umarsız yaşamayı hedefler. Beyninin düşüncelerle yanması yerine, o çok sevdiklerini yüreğinin en üst köşesinde taşımak yerine, en ince detayı irdelemek yerine, sorgulamak yerine, elemek yerine, ey vallahsız yaşamayı planlar. Bunun gereklerinin yerine getirilmesi ile uğraşır olur artık. Artık düşüncelerini tüm bu zavallı planlar kaplar. Tabii bunun yanında iş hayatı için, yapmaktan hoşlanılan zevkler için, sosyal-kültürel birçok şey için planlar da yapılmaya devam eder tüm bunların yanında. Asıl niyet kazandıkları ve kaybettikleri ile ilgili bir ödeme planı çıkarmaktır. Kazanmanın kendisi için artık başka anlamlar taşımasını ister.
Oysa gerçek bir boşa uğraşıdır hepsi. Bilir ki “bir daha…” diye başlayan cümlelerin kendisi için devamı asla olmayacaktır. Çünkü “kazanmak”, onun için beklediklerini elinde değil, yüreğinde tutabilme halidir. İnsan olarak her ne kadar görebildiği, dokunabildiği, fiziksel olarak hissedebildiği ile iyi olsa da aslında her şeyin hayatın düşüncelerine, bakışına ne kattığı ile ilgili olduğunu bilir. Dönüp geçmişi düşündüğünde, yüreğinde açtığı koca boşluğa rağmen, hayatından kim bilir kaç senenin heba edildiğini düşünmesine rağmen, bu heba edilmişliğin faturasını kendine çıkarmasına rağmen; boşa geçen zaman yoktur, boşa verilen emek, boşa verilen sevgi…Tüm bu halleriyle hayatı kendine katmaktır asıl olan. Çok iyi bilir bunu. Kazanmak, tam da bu yerde işte!

14 Şubat 2012 Salı

Bir Bilseydin...

Bir bilseydin
Sözcüklerin büyüyüp yüreğimi kapladığını,
Sessizliğin orta yerinden geçip gelirdin, bilirim.
Dokunuşunun özlemini ellerimde hissederken,
Ruhumu apansız sarar sarmalardın o an.
Sonra belki birlikte bakardık özlemlerimize,
Belki dans ederdik hayatın inciten karanlığına karşı,
Var olan müziğe rağmen kendi şarkımızı söylerdik üstelik ,
Bağıra çağıra hani.
Yeniden çizerdik yolumuzu
Kim bilir nelere inat.
Görünmez aşkın görünen yanıydı ya aramızdaki,
Sana ve bana dair olan her şey gibi,
Elimize alır büyütürdük biz de, bilirim.
Bir bilseydin, ama bir bilseydin…

Vazgeçemediklerimiz...

Yapışıp kalmış gibidir vazgeçemediklerimiz. Yürek sızısı olur, tarifsiz sevinç olur, unutulmaz olur. Vazgeçilemezler.

Çocukluk anılarımızdan başlarız vazgeçmemeye. Öyle hepsinden değil belki ama o sıcak ve güven veren kokusundan vazgeçemeyiz. Bize kalan anılarda hep resmini taşırız zihnimizde. Kitaplarımızdan vazgeçemeyiz. Ne kadar çoksalar, biz de onlarla çoğalırız. Kimseye veremeyiz üstelik, bizim gösterdiğimiz değeri bulamayacaklarından korkarak. Müziklerimizden vazgeçemeyiz. Onlar “anı”lardır, “an”lardır geçmişten bugüne. Yaşadığımız her bir dönemin, bizde kalan izlerinin en iyi tanıklarıdır. Yüreğimizi çizip geçerler çoğunluk ama onlarsız da olmaz. Şehrimizden vazgeçemeyiz, nereye gitsek dönmek isteriz hep. Her uzak kalıp geri dönüşümüzde, içimize çekeriz çokça havasını, yıllarca ayrı kalmışcasına. Sadakatimizden vazgeçemeyiz, ihanetler görsek de öyle ağır mesela. Öyle inanılmaz hani. Ama hiçbirinin bizi ezmesine izin vermeyiz. Onlar gibi oluruz aksi halde. Heyecanımızdan vazgeçemeyiz, bizi harekete geçiren, yaşadığımızı hissettiren heyecanımızdan. Bazen ellerimizi ve bacaklarımızı kullanamaz hale gelene kadar titrediğimiz zamanlar olur, ama yine de vazgeçmeyiz çünkü o biziz… Sevincimizden vazgeçemeyiz, çok küçük şeylerin bizi sevindirmesi yeter çünkü. Belki bu yüzden çok değerli de olmayız, ama “değer” dediklerimizden de olmayız. Acı çekmekten de vazgeçememiş oluruz belki… “İdeal”lerimizdan vazgeçemeyiz, onlarla yenileniriz, onlarla keşfederiz hep kendimizi. Sınırlarımızı, değerlerimizi, sahip olduklarımızı. Sevgimizden vazgeçemeyiz. Parçalanırız , bölünürüz, dağılırız ama hiç vazgeçemeyiz.

Belki de tüm bu vazgeçemediklerimizden, vazgegeçemediğimiz inancımızdan vazgeçemeyiz. Değerli olur hep. Bağımlılık değil, bağlılıktır yani. Biraz geçmişe, biraz şimdiye ve biraz geleceğe ümit olsun diye…

Çekinceli Şiir

Tutunduğu kadar yakınsa her şey,
Ya kıyısında, ya uzağındaysa yaşam,
Ya hoyratça harcanan,
Ya da anlamsız kavgalardan.
Değerinden uzak aşklardan
Kiminin sahip olduğu,
Kiminin sahip olmaya hedef koyduğu…
Elde var bir!
Tutunduğu kadar yakınsa her şey,
Dağıtmak geliyorsa toplamanın ardından,
Bozmak gölgesiyse yapmanın,
Bırakmak meziyet olmuşsa çoktan…
Elde var bir!
Tutunduğu kadardır her şey,
Tutunduğu kadar döner dünya,
Ve yalnızlığın baş ucudur zaman.
Elde var…
Hiç!

Öyle Bir...

Öyle bir gelsen ki hani
Sadece sen,
Sözlerinle sen, bir sesinle birlikte…
Öyle bir gelsen ki hani
Öylece sen,
Gözlerinle sen, bir gülüşünle birlikte…
Öyle bir gelsen ki hani
Sen, sadece sen,
Bir kendinle, tam kendinle birlikte…
Bir gelsen ya hani işte
Neler değişir
Kim bilir…

Küçük Bir Zaman

Küçük bir zamandı
Beni sana getiren.
Güneşli bir sabah.
Oysa bilemezdim az sonra ellerine ellerimi bırakacağımı,
Bir küçük heyecan yüreğimde saklı, adımlarım sık,
Beni sana getiren.
Oysa koca bir tebessümün içinde saklıymış dünya,
Yeniden keşfedilmiş,
Yeniden yaşamaya değer her şey.
Birden çıka gelen bir çocuk sevinci gibi,
Beni sana getiren.
Oysa cambazın üstünde gezindiği ipmiş bu sevda,
Ha düştü ha düşecek ayarında,
Risk almak değil, ateşle oynamakmış,
Beni sana getiren.
Küçük bir zaman
Şimdi beni senden ayıran.
Bir gece sesi,
Belki bir şarkı sessizliği.
Küçük bir zaman…