3 Temmuz 2012 Salı

Gezdiklerim, Gördüklerim

   Geçen hafta sonu, uzun bir aradan sonra, üstelik Müzekart avantajı ile iki farklı müzeyi ziyaret etme fırsatım oldu. Değişmeyen ve korunan özellikler beni mutlu ederken, diğer yandan bazı değişmezler ise, yine aynı geçmiş hayal kırıklığını yaşattı maalesef.

   Ayasofya Müzesi, ziyaret edenlerini o ihtişamlı büyük giriş kapısı, balkon kısmına çıkan tünel yolu ile her zamanki gibi geçmişin o inanılmaz değerli zamanlarına götürmeye yetiyor da artıyor bile. Yapının mimarisi yanında, o zeminde bire bir yaşamış, o havayı bire bir teneffüs etmiş kişileri düşünmeden edemiyor insan. İki farklı inancın bir şekilde buluştuğu bir mekan olması özelliği de ayrı bir detay tabi. Çünkü inancınız o yapıda hissedeceklerinizi de değiştiriyor ister istemez.
  Hayal kırıklığı sebebine gelince. Daha önce restorasyon kapsamında yapının bir bölümünde muhafaza edilen taş levhalar üzerinde gördüğüm tebeşir çizimlerine rastlamamış olmak sevindirici iken, balkonu çevreleyen koca mermer kenarlığın üzerine kazılmış, kazınmış yazıları görmek ise inanılmaz üzücüydü. Nedenini, niçinini, araştırmak, bilmek, anlamak, o yapıya verilen zararın telafisine çare olmuyor ne yazık ki.

    Diğer uğrak yerim ise Arkeoloji Müzesi oldu. Bir şekilde ismini sürekli duyduğum, ama ziyaret eme fırsatı bulamadığım bir yerdi bu müze ya da müzeler de diyebiliriz. Bahçedeki o inanılmaz geniş yapısı ile aslında bir gün ve bir kaç saat içinde gezilecek bir yer olmadığını daha baştan söyler gibi duruyordu. Nitekim görüntüsü ile doğru orantılı bir iç haznesi olduğunu da gezerken ya da en azından gezmeye çalışırken daha iyi anladım. Daha önce hiç ziyaret etmemiş olanlara kesinlikle erken bir saatte ve hatta kim bilir belki de, bir kaç gün ayırarak gidip gezmelerini tavsiye edebilirim. Çok daha fazlası için Arkeoloji Müzesi sitesine göz atabilirsiniz.