Her mevsim kendine
özeldir. Yani kimi için hüzünlü, kimi için vazgeçilmez olan sonbahar ille de
yapraklarını döker. Ya da soğuktan donmuş tüm hücrelere adeta nokta atışı
yaparak ilaç gibi gelen yaz, kimi için hayattır da, kimi için bir an önce geçip
gitmesini beklediği bir cezadır. Yine de yaz yazlığını yapmaktan geri duramaz.
Sevdiklerini
kaybetmiş insanların kaçınılmaz bir biçimde içine düştükleri bir duygu
durumudur hüzün. Tıpkı bir mevsim gibi… O sinsi ve pis karanlığın sessizce
gelip sevdiğinizin yakasına yapışarak yavaşça sizden uzaklaştırmaya başladığı dönem
de olabilir bu, o kaybı hatırlatacak başka özel bir gün de… Yine tıpkı bir
mevsim gibi kendiliğinden gelir. Çoğu zaman kimseyle de paylaşmadığınız bir
zamandır. Acıyla besleniyor gözükmekten korkarsınız çünkü. Geçen onca zamana rağmen
“yine mi hüzün”dür belki diğerleri için. Gerçek bir depresyon gibi sizi sarıp
sarmalamaz zaten. Dış dünyada her şey yolundayken içeride bir yerde hüzünle yüz
yüze gelip hesaplaşma yaptığınız bir tekrar zamanıdır sadece. Dolayısıyla sizin
varlığınızın bu hesaplaşmada yeri yoktur. Zaman zaman kulak kabartıp neler
konuşulduğunu duymaya çalışsanız bile, bu sürece sadece ev sahipliği yaparak
eşlik edersiniz.
Yine de hüzündür
işte! O boşluğun dolduğu bir yalandır. Zamanla alıştığınız ya da yaşamayı
öğrendiğiniz şeye doldu demek düpedüz bir sanrıdır. Tüm o alışma ve öğrenme
süreci içinde size tek gerçek Şifayı Veren’in bu dünyadaki elleriyle geçer zaman.
Tüm yapıyı ayakta tutan iki dev sütun gibi yanı başınızdaki Şifacı! Her
düştüğünüzde kolunuzdan tutan, her devrildiğinizde yeniden sıkı sıkı
sarıldığınız Güç! Bu yüzden bilirsiniz o hüznün bir kaçış olmadığını, bir
korkaklık, bir bağımlılık… O hüzün eski
bir tanıdık gibi gelir, biraz durur, bir merhaba der ve gider. Sonra ne
olur bilir misiniz? O tanıdık huzurun yeniden sizi dolduruşunu hayranlıkla
izlemeye başlarsınız. Yeniden doğar, tazelenir ve yeni bir mevsime geçersiniz. Kim
bilir belki minik bir parça yaş da içinize akar bir sonraki hüzün mevsimine kadar…