4 Eylül 2012 Salı

140 Karakter

     Akıp giden zaman içinde belki bir neslin hiç tanıklık etmeden, adına yabancı olarak kalacakları, kayıp gidecek bir sürü şey var şimdilerde elimizde. Bir çok terim hep anlamsız kalacak onları uzaktan izleyen geçmiş sahipleri için.Unutulan her şey, iki parmağın arasındaki tuşların seslerinde kendine yeniden başka bir boyut kazanıyor artık. Ulaşılmazlığı, ulaşılır kılan bu olağanüstü zamanın en çelişkili bölümü de burada başlıyor ne yazık.  
   İnsanların artık ceplerinde taşıyabilecek kadar küçülmüş, gittikleri her yere götürebildikleri o "sanal dünya"ları, 140 karakterlik bir yaşama da onları hapis etmişe benziyor. Sokak oyunlarının artık maalesef kalmadığı dönemden yakınmak bile maziye karışıyor. Belki de tüm karmaşanın içinde kendine hep belli bir ölçüde yer edinebilmiş bir eylem geliyor insanın aklına: Okumak.
    Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımı düşündüğümde, gözümün önünde ille de her durumda elinde kitabıyla bana örnek olan birileri vardı hep. Her bir dönemde üyesi olduğum bir dergi ve tam bir göz açlığıyla aldığım kitaplarım vardı. O dergilerin çıkış tarihleri geldiğinde, bir kitabı elime aldığımda nasıl heyecanlandığımı bugün gibi hatırlıyorum. Hatırlıyorum, çünkü hala almaya ısrarla devam ettiğim dergilerim, kitaplarım var. Bilgisayarın bana ulaştırdığı sınırsız bilgi okyanusu, benim için soğuk bir cam parçasından öteye geçemiyor maalesef. Ben ellerimde tuttuğum kitabın ya da derginin o kendine özel baskı -yenisi ile eskisi ile değişir hep- kokusunu duymak, beni derinden etkileyen satırları çizmek, sessizce yanımda bana her yerde eşlik eden o sıcaklığı ve belki de bir çokları için klişeleşen dostluğunu çantamın bir köşesinde hissetmek, benim için hep özlenen ve istenen oluyor çünkü. Başka türlüsünü bilemiyorum belki de...
      Ben başka türlüsünü bilemesem de, her dönemde aynı sorun olarak karşıma çıkıyor. Uzatılan bir çok elden "Okunmuyor-okunmaz ki" sözleriyle geri dönüyor kendine sahip bulduğu ellere. Okumaktan korkmak, üşenmek, boş vermek, bir coğrafyada daha üst sıralardaysa da, bu ne kitap basımından vazgeçmek, ne de dergilerin o renkli dünyasında kaybolmamak için bir gerekçe olmalı. Bunu gerçekleştirmek için "yel değirmenleriyle savaşan şovalyeler" çıkacak hep biliyorum. Delicesine belki, ama bir o kadar da cesaretle.  
      Sonuç olarak, okuma eylemi devam edecek ve biz insanlık bazen, kendi o kara koyu, o cüretkar asi, o baş kaldıran, o merhamet kıyısındaki iç yüzlerimizle; şaşırarak, korkarak, sevinerek, sarsılarak yüzleşeceğiz!